Denizlerimize Ait Hava Tahmin Raporu
13 Nisan 2017Denizlerimize Ait Hava Tahmin Raporu
14 Nisan 20171940 yılında Türkiye, 2’nci Dünya Savaşının ilk sıcak etkilerini hissetmeye başlar. Muhtemel bir Alman saldırısını sınırda karşılamak amacıyla, Kırklareli ve Edirne üzerinden geçen bir hat üzerinde, savunma hatları kurulur. Boğazlar ve çevresindeki İllerde de, olağanüstü durum ilan edilir ve genel karartma uygulamalarına başlanır. Alman Orduları 1941 yılı Şubat ayında, Balkanlar üzerine, bir çığ gibi iner. Türkiye’deki tedirginlik iyice artar. Romanya’yı işgal ettikten sonra, Bulgaristan içlerine ilerlemeye başlarlar.
17 Şubat 1941 tarihinde: öncü birliklerin, Bulgaristan-Türkiye sınırına varır. Böylece: Türkiye’nin çevresindeki ateş çemberi iyice daralır. Ankara, heyecanlı bir bekleyiş içindedir. Beklenti tüm heyecanı ile sürerken, Alman Büyükelçisi Von Papen; 4 Mart 1941 günü, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye sunulmak üzere; Hitler’in mektubunu iletir ve bu durum, Türkiye’deki tedirginliği, bir nebze olsun dindirir.
Hitler, mektubunda: “Savaşı, kendisinin çıkarmadığını bu tedirginliği ortadan kaldırmak için, ülkesinin Türkiye’ye saldırmayacağı konusunda, yetkililere güvence verir. Müttefik ülkelerin temsilcileri de, başta İngiltere Büyükelçisi olmak üzere; Türkiye’yi kendi saflarında savaşa sürüklemek için çaba harcamaktadırlar. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, cevabi mektubunu yazar ve “Türk-Alman ilişkileri yumuşar.”
Bu arada: gelişmeleri dikkatle izleyen müttefiklerden İngiltere, Türkiye için tersanelerinde yaptırılan: 4 denizaltının hazır olduğunu açıklar. Savaşın başlamasından kısa bir süre önce: Türkiye, ordusunu güçlendirmek amacıyla, İngiltere’den bazı taleplerde bulunmuş ve 1930 yılında yapılmış olan bir karşılıklı yardımlaşma sözleşmesi gereğince, 4 denizaltı, 4 muhrip, 12 çıkarma gemisi ve 4 uçak filosu sipariş etmiştir.
İngiltere: tam bu kritik dönemde, Türk Hükümetine bir mesaj göndererek:” Denizaltıların teslime hazır olduğunu “ bildirir. “Burak Reis, Murat Reis, Oruç Reis ve Uluç Reis” adları verilen denizaltılar ile 4 uçak filosunu almak üzere, gerekli mürettebatın İngiltere’ye gönderilmesi istenir.
Fevzi Paşa, İkinci Dünya Savaşının bu sıkışık ve karmaşık döneminde, birden bire, bu kadar acele olarak bu teslimatın bildirilmesinin altında bir neden olabileceğini bildirir. Ancak: hükümet “bizi yanlarına çekmek istiyorlar “ savunmasını yaparak, heyetin yola çıkartılması kararını aldı. Bu arada İngilizler yeni bir şart ileri sürerek, bu olayın altında farklı bir neden olduğu izlenimini güçlendirdiler. Bu şarta göre: “Denizaltıları teslim alacak mürettebatın, en geç 25 Haziran 1941 günü Mısır’ın Port Said Limanında olmalarını istiyorlardı. Mürettebat: burada kendilerini bekleyecek olan meşhur Quenn Mary Transatlantiği ile ve koruma altında İngiltere’ye gideceklerdi. Dışişleri Bakanlığının, durumu Başbakanlığa bildirmesi üzerine, görev: Milli Müdafaa ve Münakalat (Ulaştırma) Bakanlığına havale edilir. Bu arada oluşturulan komisyon, Türk donanmasının en seçkin denizcilerini, sicillerine bakarak tespit eder ve İngiltere’ye gidecek olanları açıklar.
Bu büyük görev için: 19 deniz subayı, 63 deniz astsubayı, 68 deniz eri seçilir. Kafilede: ayrıca, İngiltere’ye havacılık öğrenimine giden: 1 hava subayı ve 20 Hava Harp Okulu öğrencisi ( bunlardan 16’sı: Kara Harp Okulunu üstün derece ile bitirdikleri için, İngiltere’de pilot olarak yetiştirilmesine karar verilen: Topçu, Piyade, Süvari, İstihkam ve diğer sınıflardan mezun öğrencilerdir) yer alır.
Bu durum karşısında: Deniz Askeri Nakliyat Genel Komutanlığının, İstanbul’da yaptığı araştırma sonucu, “Barzılay ve Benjamen Vapur Kumpanyası” na ait “Refah Şilebi” kiralanır. Refah Şilebinin Boyu: 102.20 metre, eni ise: 14.80 metreydi. 1 adet üç genişlemeli buhar makinası ile, 8.5 mil hız yapmaktaydı. Gemide yalnızca 24’er kişilik 2 filika vardı ve yolcu taşımaya pek elverişli bir gemi değildi.
Geminin sahiplerine, şilebin Mısır’a giderek, Milli Müdafaa Vekaletine ait, kimi malzemeleri, Türkiye’ye getireceği söylenir.
İzzet Dalkıran’ın kaptanlığını yaptığı ve 28 mürettebatı bulunan Refah Şilebi: 16 Haziran 1941 günü, İstanbul’dan Mersin’e doğru hareket eder. 21 Haziran 1941 günü, Refah Şilebi: Mersin Limanına ulaşır ve demir atar. Bu arada ; denizcilerde, Mersin’e gelmeye başlarlar. Ancak 40 yaşındaki bu yorgun şilebin görüntüsü, kafiledeki tüm denizcileri, hayal kırıklığına uğratır. Bu durumda yapılacak olan, gemiyi mümkün olduğu ölçüde, yolculuğa uygun hale getirmektir. Önce iskele ve sancak taraflarıyla, ambar kapağına hava saldırılarına karşı önlem olmak üzere büyük boy, birer “TÜRK BAYRAĞI” resmi yapılır.
Gece projektörlerle aydınlatılacak boyuttaki bu bayrak görüntüleri, geminin milliyeti hakkında bilgi vermeye yeterlidir. Yeterli yiyecek ikmali de yapıldıktan sonra, gemi harekete hazır hale getirilir. Son anda, şilebe bir İngiliz subayı biner. “İrtibat Subayı” olduğu söylenen bu subay, Refah’ın kaptanı İzzet Dalkıran’ın belirlediği rotayı değiştirerek, yeni bir rota verir.
Aynı günlerde, uluslar arası ilişkilerde beklenmedik değişiklikler olmaktadır. 18 Haziran 1941 günü, Türk-Alman Saldırmazlık Antlaşması imzalanır. Bu antlaşma: İngilizleri çileden çıkarır. Güneyini güvence altına alan Almanya için, 22 Haziran 1941 günü, Sovyetler Birliği’ne saldırarak, “Barbarossa Harekatı” nı başlatır.
23 Haziran 1941 günü, saat: 17.30’da, Refah şilebi, sessiz sedasız Mersin Limanından hareket edder ve yabancı denizaltıların av alanı haline gelmiş Akdeniz’de, tehlikeli bir yolculuğa başlar.
Hafif bir lodos esmektedir. Karanlığın içinde, yalnızca gemi motorlarının uğultusu yankılanır. Saatler: 22.30’u gösterirken, gemi, korkunç bir patlama ile sarsılır. Bordasına yediği torpille açılan gedikten içeriye, hızla sular dolmaya başlar. Refah şilebi milliyeti belirsiz bir denizaltının attığı torpille, tam ortasından ikiye bölünür. Mevcut iki filikadan biri, içinde uyuyanlarla birlikte havaya uçar. Elektrik düzeneği bozulduğundan, elektrikler kesilir, telsizler susar. Güvertedekilerden kimi patlamayla şehit düşer. Kimileri ise, can havliyle kendilerini attıkları denizde, köpek balıklarının kurbanı olurlar. Hayatta kalanlar, mevcut tek filikanın başına hücum ederler. Bu arada, geminin batmadığını gören bazı denizciler, yeniden gemiye çıkarak, sal yapmak amacıyla malzeme aramaya başlarlar. Kimi tuvaletlerin ahşap kapılarını sökmeye çalışırken, kimileri de ambar kapısını kırmaya çalışırlar. Filikaya binenler ise, denize inmezler. Çünkü: sandalı indirmeye yarayan matafora çalışmaz. Bu yüzden, geminin batmasını beklerler, ama bu bekleyiş işlerine yarar. Gemiden aldıkları yiyecekleri sandala doldururlar.
Filikaya binen 28 kişi ise, tam 20 saat 9 dakika süren bir yolculuktan sonra, 24 Haziran Pazartesi, saat: 19.10’da, Karataş Feneri yakınlarında karaya ayak basarlar. Onları ilk gören, fenerci olur. Önce yabancı zannederek ihtiyatlı davranan fenerci, daha sonra, olayı öğrenince onları fenere götürür ve durumu ilgililere bildirir.
Türkiye, acı gerçeği böyle öğrenecektir. Olay öğrenilince, askeri uçaklar havadan, motorlar denizden kazazede aramaya başlar. Gün boyu süren aramalarda, yalnızca öykülerini aktardığım dört kişi bulunabilir.
15 deniz subayı, 16 Hava Harp Okulu öğrencisi, 48 denizaltı astsubayı, 63 deniz eri ile 25’i gemi mürettebatından olmak üzere, toplam 167 kişi şehit düşmüştür. Olay sırasında boğularak ölen İngiliz Subayıla birlikte faciada ölen lerin toplam sayısı 168 kişi olmuştur.
Tam 11 kez tarafsızlığını ilan etmiş olan Türkiye’nin, bir gemisine karşı girişilen bu saldırıyı, kimse sahiplenmez. Olaydan bir gün sonra, İngiliz Büyükelçisi Sir Knutchebull Huggessen, yaptığı açıklamada, “Olayı Akdeniz’de bulunan Alman yada İtalyan denizaltıları meydana getirmiştir.” derken, Alman resmi DNB Ajansı da, “İngilizlerin garip açıklaması vicdan rahatsızlıklarını kanıtlıyor. İtalya’nın ve bizim olayla ilgimiz yok.” diyerek, İngilizlerin iddiasını yalanlar.
Daha sonra, bir Fransız savaş gemisinin, Refah’ı Mısır gemisi zannederek batırdığı öne sürülür. Oysa kurtulanlar, bir savaş gemisi görmemişlerdir. Bundan sonra, suçlamalar İngiltere’ye yönelir. Acaba, İngiltere, denizaltıları vermemek , daha da önemlisi, Türkiye’yi müttefikler safına savaşa sokmak için mi Refah’ı torpillemişlerdi?